22 Ekim 2014 Çarşamba

Maksat ifade özgürlüğü: Nefretin ne hoş, ne güzel şiddetin!

Bir başkasının bırakınız ifade özgürlüğünü; yaşam hakkını ihlal eden bir yayıncılıkta ifade edilen nedir? Nefretin ve cinayetlerin övülerek ifade edilmesiyle neyin önü açılmaktadır? Nefret söylemi içeren yayınlarda konuşan kimdir? Bir toplumsal grubu yok ederek kendine ifade alanı açmak nasıl bir özgürlük anlayışının ürünüdür?
 
Nefret suçlarını ve "nefret suçu" kavramını tartışırken muhakkak değinilmesi gereken nefret söylemi ve ifade özgürlüğü meselesi özellikle son yıllarda Türkiye’de çokça tartışılan konular olageldi. Nefret suçları yasa tasarıları hazırlandı; LGBTİ’ler (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) nefret suçları yasasının yanı sıra; Anayasa’nın ayrımcılığı ve eşitliği düzenleyen maddelerine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının eklenmesi için mücadele etti. Sonuçta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dönük ayrımcılık herhangi bir şekilde yasal düzenlemelerde yer almadığı gibi; nefret suçları inanç kavramıyla sınırlı bir biçimde ele alındı.

Anayasal düzenlemeler ve nefret suçlarını sınırlı olarak ele almanın yarattığı sıkıntılar bir yana; nefret suçunu hazırlayan nefret söyleminin cezaya tabi olup olmayacağı meselesi hak ettiği derinlikte tartışılmadı. Nefret söyleminin sınırları ve ifade özgürlüğüne dönük müdahaleler; Türkiye gibi basına dönük ekonomik, politik ve “toplumsal” saldırıların her geçen gün arttığı bir ülkede ayrıca önem taşıyor.
 
Nefret suçları birlikte yaşama idealine yönelik tehdit teşkil eden ayrımcılık ile oldukça bağlantılıdır. Ayrımcılık ve nefret suçları; hoşgörüsüzlük, önyargı, nefret tarafından beslendiklerinden, ortak bir politik tutumun sonucudurlar. Kimliklerinden dolayı bazı kişilerin hizmet almamaları gerektiğini düşünen zihniyet ile yine kimliklerinden dolayı bazı kişilerin öldürülmeleri, dövülmeleri vb. sonucuna varan zihniyetin birbiri ile oldukça iyi anlaşacakları kuşku götürmez.
 
LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılık incelenir, cinsel yönelimler ve cinsiyet kimliklerinin eşitliği üzerinden talepler sıralanırken nefret suçlarının önemi de bir kez daha ortaya çıkıyor. Gerek bir ideoloji olarak heteroseksizmin dışa vurum araçlarından biri olması, gerekse de toplumsal barış karşıtı diğer ideolojilerle kardeşliği nefret suçlarının hukuki sonuçlarının yanında tahmin edilenden daha fazla politik karşılıklarının olduğunu da göstermektedir. Ayrımcılık belirli bir grubu haklarından yoksun bırakmak suretiyle, nefret suçları da belirli bir grubu suç hedefi haline getirmek suretiyle eşitliğe zarar verirler. Her iki durum da, tüm insanların eşit oldukları evrensel hukuk prensibine aykırı bir pratiğe yol açmaktadır.
 
Bir suçun nefret motivasyonu ile işlenmesi nefret suçu olarak tanımlanabilir. Nefret suçlarında failin mağduru hedef almasında mağdurun aidiyetlerinin yanı sıra kimlik göstergeleri de önemli bir rol oynar. Uzun saçlı heteroseksüel bir erkeğin eşcinsel olduğu varsayılarak saldırıya uğraması da homofobik bir nefret suçudur.
 
Bütün suçlar nefret motivasyonu taşımadığı gibi, toplumda dezavantajlı kimliklere mensup kişilerin mağduru oldukları suçların hepsi de nefret suçu olmayabilir. Mesela, bir LGBTİ birey öldürüldüğünde bu direkt bir nefret suçu mudur? Ya da öldürülenin cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği bu suça nefret suçu diyebilmek için yeterli midir?
 
Kaos GL’nin hazırladığı “LGBTİ haberleri yapan gazeteciler için medya kitapçığı”nda Bir suça nefret suçu diyebilmek için pratik olarak iki soru sorulabileceği belirtiliyor:
 
1-       Suç teşkil eden bir fiil var mı?
2-       Nefret saiki mevcut mu?
Nefret suçları, toplumsal nefret ideolojilerinin kendini dışa vurduğu bir alansa bir diğer alan ise nefret söylemi olarak tanımlanabilir. Nefret söylemi ile nefret suçları arasındaki ilişki meşhur “yumurta-tavuk” ikiliğini hatırlatır cinsten. Her ne kadar klasik yaklaşımlar nefret suçlarının arka planını ve gerçekleşebilir olma koşullarını nefret söyleminin hazırladığını söylese de; işlenen bir nefret suçunun da nefret söylemini yarattığı durumlar mevcut. Yumurtanın mı tavuktan; tavuğun mu yumurtadan çıktığı tartışmasını bir kenara bırakırsak; nefret söylemi gerek şiddeti çağırması gerekse de ötekileştirilen kimliklerin var oluş koşullarını yok etmesi bakımından temel insan haklarını yok eden; deyim yerindeyse kadük duruma düşüren söz ve eylemler bütünü olarak da tanımlanabilir.
 
Nefret söylemi gündelik hayatımızın her alanında yer alsa da son zamanlarda yaşanan bir davayı incelemek birçok konuda ön açıcı olabilir. Kaos GL, Yeni Akit gazetesinde 23 Ekim 2012’de yayınlanan “Sapkınlar Okullara Sızıyor” başlıklı habere karşı TCK 216 “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. Eşcinselleri “sapkın” olarak niteleyen gazete haberini "basın özgürlüğü" kapsamında gören Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 12 Mart 2013’te soruşturmaya ilişkin takipsizlik kararı verdi.
 
Karara yapılan itirazın ardından “basın yoluyla hakaret” suçundan açılan dava, LGBTİ’lere yönelik basında yer alan nefrete ilişkin Türkiye’de açılan ilk kamu davası olma özelliğini taşıyordu. Dava 26 Mart 2014 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme, Yeni Akit’in nefret söylemi içeren yayınlarının “ifade özgürlüğü” olduğunu öne sürdü. Yeni Akit davada beraat etti.
 
2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava duruşmasına Kaos GL Avukatı Hayriye Kara ve Avukat Fırat Söyle katıldı. Yeni Akit adına ise davayı Avukat Ali Pacci’nin yanı sıra hakkında zorla getirilme kararı çıkan Yeni Akit sorumlu yazı işleri müdürü Zekeriya Say katıldı.
 
Say savunmasında dilekçesini tekrar ederek davanın düşürülmesini talep etti. Savcı,  tüzel kişilere hakaret suçundan dava açılamayacağını söyleyerek sanığın beraatini istedi. Kaos GL avukatı Kara ise, beraat istemine karşı çıkarak davayı “hakaret” suçundan değil “aşağılama” suçundan açtıklarını hatırlattı ve ekledi:
 
“AİHM kararları uyarınca cinsiyet mefhumu geniş yorumlanarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini de kapsayacak şekilde yorumlanmalıdır. Bu nedenle Kaos GL Derneği üye ve gönüllülerine karşı aşağılama suçu işlenmiştir. TCK’nın 216. maddesindeki aşağılama suçu uyarınca hüküm kurulmasını talep ediyoruz.”
 
Yeni Akit Avukatı Ali Pacci ise homofobik nefret içeren yayıncılık anlayışlarını savundu: “Müvekkilimin endişesi eşcinsellik ve türevlerine karşı değil bu durumun normalleşmesine karşıdır. Sapkınlık ibaresi toplumca kabul görmeyen görüşlerin tümü için kullanılan bir ibaredir. Sözlükte toplum değerlerine ters düşmeyi ifade eder.”
 
“Aile değerleri” kavramı üzerinden nefret söylemine devam eden Pacci, “Eşcinsellik ve türevlerinin normalleştirilmesine dair çalışmalar kabul edilemez. Bunun sağlıklı bir durum gibi gösterilmesi anayasada toplumun temeli olarak tanımlanan aileyi dinamitlemektedir” dedi.
 
Hakim; Pacci’nin nefret içerikli konuşmasındaki yanlışları belirtmek isteyen Av. Hayriye Kara’ya söz vermezken; nefret cinayetlerinin hatırlatılması üzerine, “Kadın cinayetleri oluyor diye kadınlara bir şey diyemeyecek miyiz” dedi.
 
Bu dava özelinde ve genel olarak medyanın LGBTİ’ler ile ilişkisinden bahsetmek; nefret söylemi, özel hayatın gizliliği ilkesi, basın özgürlüğü, hak temelli habercilik, ötekileştirme, ayrımcılık gibi birçok kavram hakkında düşünmeyi zorunlu kılıyor. 1980’li yıllarda işkenceden geçirilen translara ilişkin “Remziye’nin saçını kestiler, Remzi oldu” başlıkları hala hafızalarımızda büyük yer tutuyor.
 
Ayrımcı, ırkçı, homofobik, transfobik unsurlar taşıyan söylemlere nefret söylemi denilmektedir. Bu söylemler barındırdıkları ırkçı, homofobik, ayrımcı unsurlar olmaksızın genelde tek başlarına suç teşkil etmeyen söylemlerdirler ancak, hakaret gibi bir suçun konusunu da oluşturabilirler.
 
Nefret Söyleminde en çok tartışılan husus, ifade özgürlüğü ile nefret söylemi arasında özgürlükler aleyhine işlemeyecek bir denge kurulabilmesi meselesidir. Kimi görüşler nefret söyleminin yasal bir yaptırıma bağlanarak bir nevi yasaklanmasını, kimisi de ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönündedir. Örneğin; Avrupa ülkeleri ve Kanada’da nefret söyleminin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemesi eğilimi söz konusudur ancak ABD’de tersine, nefret söyleminin dahi ifade özgürlüğü kapsamında korunması ve her türlü düşünce ve önyargının toplum önünde tartışılması gerektiği görüşü hâkimdir.
 
Nefret söyleminin “yasak” kapsamında yer almaması gerektiğini savunanların farklı gerekçeleri; nefret söylemine karşı mücadelenin en gerçekçi yollarından birinin nefretin nasıl bir şey olduğunun görünür kılınması, toplumun tepki vermesi gereken bir söylemin yer altına hapsedilmemesi; “yasakların” demokratik olmadığı şeklinde özetlenebilir.
 
Nefret söyleminin yasaklanmasını savunanların argümanları ise, ifade özgürlüğünün diğer temel haklardan bağımsız ele alınamayacağı, nefret içerikli söylemlerle diğer temel hakların da ihlal edileceği ve nefrete konu olan grubun kendini güvende hissedememe, kendi kimliğini ifade edememe gibi sonuçlara götüreceği şeklindedir.
 
Türkiye’de medyanın sık sık taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Haberlerde, özellikle de manşetler ve haber başlıklarında kullanılan provokatif, ırkçı, homofobik, transfobik, cinsiyetçi ve ayrımcı dil, toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren birer araca dönüşüyor.
 
Her ne kadar evrensel ve ulusal gazetecilik ilkeleri, hatta bazı medya kuruluşlarının kendi gruplarının yayınladığı basın etik ilkeleri bulunsa da birçok haber ürünü bu ilkeleri ihlal edebiliyor. Böylesi bir dilin kullanılması ise toplumda huzursuzluk ve savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine yol açıyor. Hedef alınan kişi ve gruplar ise tedirginleşiyor, sessizleşiyor ve demokrasinin olmazsa olmazı olan sosyal ve siyasal yaşama katılım şanslarından zorunlu feragat ediyorlar. Bu kışkırtıcı ve hedef gösterici dil kullanımı zaman zaman düşmanlaştırılan ve marjinalleştirilen grupların üyeleri ya da mekânlarına yönelik saldırılarla sonuçlanabiliyor.
 
Dördüncü kuvvet olarak adlandırılan medya (basın-yayın) en etkin kültürel iletkenlerden biridir. Bundan dolayı, çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, bu çatışmayı sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici olabilir. Medya sorumsuz veya dikkatsiz davranırsa, ırkçılığı ve kişilerin birbirine karşı nefret duyguları üretmesini tetikleyebilir, besleyebilir ve güçlendirebilir; en kötüsü de bu tür tutumları meşrulaştırıp haklı çıkarabilir.
Bu noktada nefret söylemi ile ifade özgürlüğü kavramını birbirini sınırlandıran kavramlar olarak ele almanın ötesinde bir yaklaşıma ihtiyaç iyice artıyor. Bir başkasının bırakınız ifade özgürlüğünü; yaşam hakkını ihlal eden bir yayıncılıkta ifade edilen nedir? Nefretin ve cinayetlerin övülerek ifade edilmesiyle neyin önü açılmaktadır? Nefret söylemi içeren yayınlarda konuşan kimdir? Bir toplumsal grubu yok ederek kendine ifade alanı açmak nasıl bir özgürlük anlayışının ürünüdür?
*Bu yazı ilk olarak Güncel Hukuk Dergisi’nin 2014 Eylül sayısında yayınlanmıştır.
 kaos gl

türkiyenin enkaliteli travesti sitesi

ankara travestileri::travesti ankara::ankara travesti::ankara travestileri::travesti ankara::ankara travesti

istanbul travestileri::travesti istanbul::istanbul travesti::istanbul travestileri::travesti istanbul::istanbul travesti

travesti izmir::izmir travesti::izmir travestileri::travesti izmir::izmir travesti::izmir travestileri
travesti bursa::bursa travestileri::bursa travesti::travesti bursa::bursa travestileri::bursa travesti

adana travesti::travesti adana::adana travesti::adana travesti::travesti adana::adana travesti

antalya travestileri::travesti antalya::antalya travesti::

antalya travestileri::travesti antalya::antalya travesti
travesti

travesti

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde kurulan gay-lezbiyen öğrenci kulübü, Türkiye'de bir ilke imza attı. 15 öğrenci tarafından bir ay önce kurulan ve üniversitede paneller düzenleyecek olan kulübün üyeleri "Heteroseksüeller de bize destek oluyor" dedi.
Bir üniversitede ilk eşcinsel kulübü
Bilgi Gökkuşağı Lezbiyen - Gay - Biseksüel - Transseksüel - Travesti Kulübü'nün kurucuları "Darısı diğer üniversitelerin başına" diyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri, LGBT (Lezbiyen Gay Biseksüel Transseksüel- Travesti) kulübü kurarak, üniversite sınırlarında ilk kez resmiyet kazandı. Bilgi Gökkuşağı LGBT adıyla bir ay önce kurulan kulüp, üniversite yönetimine takılmadan faaliyetlerine başladı.
"Bir grup çirkin ördek yavrusu kuğuya dönüşmek ve başka çirkin ördek yavrularını da bulup kuğuya dönüştürmek için bir araya geldik" diyen 15 öğrenci, kampus içinde çeşitli etkinlikler düzenlemek için kolları sıvadı. LGBT temalı film gösterimleri, söyleşiler, sempozyumlar, sorunlara dikkat çekmeyi planlayan paneller, okulun psikolojik adnışmanlık biriminin de desteğiyle gerçekleştirilecek. Bireylerin kimliklerini açıklama, kendileriyle barışma süreçlerine destek olmak amacıyla hazırlanan broşürler okul içinde dağıtılacak.
Kulübün kapıları, homofobik (eşcinsellik korkusu) olmayan tüm Bilgi Üniversitesi öğrencilerine açık. Aralarında heteroseksüellerin de bulunduğu kulüp, faaliyetlerini hem Dolapdere hem de Kuştepe'deki kampuste sürdürecek. Üniversitenin, LGBT bireyler için nasıl daha üretken ve sorunsuz bir biçime dönüştürebileceği üzerinde de durulacak.
Yalnız olduğumuzu düşünerek
Üye sayısını artırmayı hedeflediklerini söyleyen Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü son sınıf öğrencisi olan 23 yaşındaki Özgül Herdem, "Yalnız olduğumuzu düşünerek yola çıktığımızda fark ettik ki aslında okulda çok kişiymişiz. Amacımız 'Yalnız değilsiniz!' diyerek üye sayımızı artırmak. Böyle bir çalışma ihtiyacımız vardı. Heteroseksüel varsayıldığımız bir yapıda, kimliklerimizle barışık bir biçimde yaşamak çok güç. Kimseye terapi yapmaya niyetimiz yok. Sadece homofobik yaklaşımları kırmak istiyoruz. Kadın eşcinsellerin daha fazla görünür olması kişisel nihai amacım" diye konuşuyor.
Sinema-TV Bölümü son sınıf öğrencisi 23 yaşındaki Aykan Safoğlu ise Türkiye'de bir üniversitede cinsel yönelim farkındalığı olan ilk yasal kulüp olduklarının altını çiziyor ve ekliyor: "Yıllarca açıklık ya da idari sorunlar nedeniyle bir LGBT kulübü üniversite bünyesinde kurulmamıştı. Şartlar hepimizin çabalarıyla iyileştirildi. Bir ilki başardığımız için kendimizle duyuyoruz. Darısı, başka üniversitelerdeki arkadaşlarımızın başına. Birbirimizden güç alarak bir araya geldik.Biz varız, buradayız ama hâlâ nasıl varlıklar olduğumuzu bilmiyorlar. Üniversiteden mezun olduğumda bizden sonrakilere miras kalan bir çalışma olsun istiyorum. Faaliyetler bizden sonra da devam etmeli."
Arada çok büyük fark var
Eşcinselliğin heves ya da merak olmadığını vurgulayan Aykan, sözlerini şöyle bitiriyor: "Bizimkisi cinsel tercih değil, yönelimdir. Hep 'cinsel tercih' diye yanlış bir anlatım kullanılıyor. Kimse isteyerek ya da merak ettiği için eşcinselliği tercih etmez. Arada çok büyük fark var."travesti
 
ankara travestileri istanbul travestileri antalya travestileri izmir travestileri